13 Ekim 2009 Salı

Luke'n Günlüğünden Önerme...

Ah, insanoğlunun bu maskaralıkları. Oyuncular sadece oynadıklarını bilseler ne kadar eğlenceli olurdu!
Tiyatroda, bir oyuncu rolünü "yaşamaya" başlarsa, oynadığı karaktere "dönüşürse" ona deli deriz. Ama
yaşamın içindeki biz oyuncular bütün rollerimizi ciddiye alırız, her birini "yaşarız", her biri "oluruz" ve
buna göre bizler deliyiz.
Yaşamak için rollerimizi oynamak zorundayız. Roller mi bizi, biz mi rolleri oynarız? İşte bütün mesele bu.
Bir rol, bizi oynadığında bizleri içine çeker, bizleri kendisiyle özdeştirir. Onun kaybı bizimkaybımızdır,
onun zaferi bizim zaferimizdir. Ciddiye alırız. Azap çekeriz.
Doğa neden insan yaradılışına ciddiyet denilen bu yıkıcı, neşe düşmanı günah unsurunu yerleştirmiştir ki?
O olmadan insanlar kelebek gibi süzülüp, arı gibi sokabilirlerdi. Ciddiyetle filler gibi süzülüp, pireler gibi sokuyoruz.

11 Ekim 2009 Pazar

Luke'n Günlüğünden...

Televizyonların önüne otururuz, futbol istatistiklerinin, hisse senedi kotasyonlarının, banka bilançolarının kutsal çizelgelerini okuruz, çocukların, sevgililerin, kendimizin derecelerini kontrol ederiz, maaşları, renkleri, notları, arabaları, penisleri, göğüsleri, metrekareleri, yolları, mahalleleri, ülkeleri ölçeriz. Her şeyi ölçebiliriz ama ruhu değil. Ruh ölçülemediğinden onu yok sayarız. Ölçeriz ve kazanırız ya da ölçeriz ve korkarız; her durumda da kaybederiz çünkü her ikisi de sadece bazıları tarafından geçerli kabul edilen bir kıstasa bağlıdır. Zaferlerimiz de, trajedilerimiz de anlara ait dağlardır; başka bir saatin vuruşuyla ikisi de tozun içindeki karınca tepeciklerine dönüşüverirler...